Yusuf Suresi
    ELMALILI HAMDİ YAZIR (ORJİNAL) MEALİ
    Rahmân ve rahîm olan Allah´ın adıyla
    1. Elif, Lâm, Râ. bunlar işte âyetleridir sana o mübîn kitabın
    2. Biz onu bir Kur´an olmak üzere Arabî olarak indirdik, gerek ki akıl irdiresiniz
    3. Sana bu Kur´anı vahyetmemizle biz bir kıssa anlatıyoruz ki ahsenülkasas senin ise doğrusu bundan evvel hiç hâberin yoktu
    4. Bir vakıt Yusüf babasına, babacığım dedi: ben ru´yada on bir yıldızla Güneşi ve Kameri gördüm, gördüm onları ki bana secde ediyorlar
    5. Yavrum! Dedi: ru´yanı biraderlerine anlatma sonra sana bir tuzak kurarlar, çünkü Şeytan insana belli bir düşmandır
    6. Ve işte öyle, rabbın seni seçecek ve sana ehadisin te´vilinden ılimler öğretecek, hem sana hem âli Ya´kuba ni´metini bundan evvel ataların İbrahim ve İshaka tamamladığı gibi tamamlıyacak, şüphe yok ki rabbın alîmdir, hakîmdir.
    7. Şanım hakkı için Yusüf ve biraderlerinde soranlara ıbret olacak âyetler oldu
    8. Zira dediler ki her halde Yusüf ve biraderi babamıza bizden daha sevgili, biz ise müteassıb bir kuvvetiz, doğrusu babamız belli ki yanılıyor
    9. Yusüfü öldürün yahud bir yere atın ki babanızın yüzü size kalsın ve ondan sonra salâhlı bir kavm olasınız
    10. İçlerinden bir söz sahibi, Yusüfü, dedi öldürmeyin de bir kuyu dibinde bırakın ki kafilenin biri onu lekît olarak alsın, eğer yapacaksanız böyle yapın
    11. Vardılar ey bizim pederimiz, dediler, sen neye bize Yusüfü inanmıyorsun? Cidden biz onun için recaciyiz
    12. Yarın bizimle beraber gönder gezsin oynasın şüphesiz, biz onu gözetiriz
    13. Beni, dedi: onu götürmeniz her halde mahzun eder ve korkarım ki onu kurt yer de haberiniz olmaz
    14. Vallahi, dediler, biz müteassıb bir kuvvet iken onu kurt yerse biz o halde çok husrân çekeriz
    15. Bunun üzerine vaktâ ki onu götürdüler ve kuyunun dibine koymağa karar verdiler, biz de ona şöyle vahyettik, kasem olsun ki sen onlara hiç farkında değillerken bu işlerini haber vereceksin
    16. Bıraktılar ve yatsıleyin ağlıyarak babalarına geldiler
    17. Dediler: ey pederimiz, biz gittik yarış ediyorduk, Yusüfü eşyamızın yanında bırakmıştık bir de baktık ki onu kurt yemiş, şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmazsın
    18. Bir de gömleğinin üzerinde yalan bir kan getirdiler, yok, dedi: nefisleriniz sizi aldatmış bir işe sevketmiş, artık bir sabrı cemîl ve Allahdır ancak yardımına sığınılacak, söylediklerinize karşı
    19. Öteden bir kafile gelmiş, sucularını göndermişlerdi, vardı koğasını saldı, â... müjde bu bir gulâm dedi ve tuttular onu ticaret için gizlediler, Allah ise biliyordu ne yapacaklar
    20. değersiz bir baha ile onu bir kaç dirheme sattılar, hakkında rağbetsiz bulunuyorlardı
    21. Mısırdan onu satın alan ise haremine dedi ki: buna güzel bak, umulur ki bize faidesi olacaktır, yâhud evlâd ediniriz, bu suretle Yusüfü orada yerleştirdik; hem de ona hâdisatın mealini istihraca dair ılimler öğretelim diye, öyleya Allah, emrine galibdir velâkin insanların ekserisi bilmezler
    22. Vaktâ ki kıvamına irdi biz ana bir huküm ve bir ılim bahşettik ve işte muhsinlere böyle karşılık veririz
    23. Derken hânesinde bulunduğu hanım bunun nefsinden kam almak istedi ve kapıları kilidledi, haydi seninim dedi, o, Allaha sığınırım, dedi: doğrusu o benim Efendim, bana güzel baktı, hakıkat bu ki, zalimler felâh bulmaz
    24. Hanım cidden ona niyyeti kurmuştu, o da ona kurmuş gitmişti amma rabbının bürhanını görmese idi, ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim için öyle oldu, hakıkat o bizim ıhlâsa mazhar edilmiş has kullarımızdandır
    25. İkisi bir kapıya koşuştular, hanım onun gömleğini arkasından yırttı, kapının yanında hanımın beyine rast geldiler, hanım; senin, dedi, ehline fenalık yapmak isteyenin cezası zindana konulmaktan veya elîm bir azâbdan başka nedir?
    26. Yusüf, o kendisi, dedi: benim nefsimden kâm almak istedi, hanımın akrıbasından bir şâhid de şöyle şehadet etti: Eğer gömleği önden yırtılmış ise hanım doğru söylemiş bu yalancılardandır,
    27. Yok eğer gömleği arkadan yırtılmış, ise o yalan söylemiş ve bu sadıklardandır.
    28. Vaktâ ki gömleğini gördü arkasından yırtılmış, anlaşıldı, dedi: o, siz kadınların keydinizden, her halde sizin keydiniz çok büyük
    29. Yusüf, sakın bundan bahsetme, sen de kadın, günahına istiğfar et, cidden sen büyük günahkârlardan oldun
    30. Şehirde bir takım kadınlar da Azîzin karısı, dediler: delikanlısının nefsinden murad isteyormuş ona aşkından yüreğinin zarı çatlamış, karı bes belli çıldırmış
    31. Vaktâ ki bunların gizliden gizliye dedikodularını işitti, onlara da´vetçi gönderdi ve onlar için dayalı döşeli bir sofra hazırladı ve her birine bir bıçak verdi, beriden de çık karşılarına dedi, hepsi onu görür görmez çok büyüttüler, kendilerinin ellerini doğradılar ve hâşâ, dediler, Allah için bu bir beşer değil, mahzâ bir Meleki kerîm.
    32. İşte dedi, bu gördüğünüz, hakkında beni levm ettiğiniz, yemin ederim ki ben bunun nefsinden murad istedim de o fikri ısmetle imtina´ etti, yine yemin ederim eğer emrimi yapmazsa mutlak, muhakkak zindana atılacak ve mutlak, muhakkak zelillerden olacak.
    33. Yâ rabbi! Dedi: zindan bana bunların da´vet ettikleri fi´ilden daha sevimli ve eğer sen benden bu kadınların tuzaklarını bertaraf etmezsen ben onların sevdasına düşerim ve cahillerden olurum
    34. Bunun üzerine rabbı duasını kabul buyurdu da ondan onların tuzaklarını bertaraf etti, hakıkat o, öyle semî alîmdir
    35. Sonra bu kadar âyâtı gördükleri halde o adamlara şu reiy galebe etti: behemehal onu bir müddet zindana atsınlar
    36. Onunla beraber zindana iki delikanlı daha girdi, birisi ben, dedi: ru´yada kendimi görüyorum ki şarap sıkıyorum, diğeri de ben, dedi: ru´yada kendimi görüyorum ki başımın üstünde bir ekmek götürüyorum ondan kuşlar yiyor, bize bunun ta´birini haber ver, çünkü biz, seni muhsinlerden görüyoruz
    37. Dedi ki: size merzuk olacağınız bir taam gelecek a her halde o gelmezden evvel ben size bunun ta´birini haber vermiş bulunurum, bu bana rabbımın ta´lim buyurduklarındandır, çünkü ben, Allaha inanmıyan ve hep Âhıreti inkâr edenlerden ıbaret bulunan bir kavmin milletini bıraktım
    38. Ve atalarım İbrahim ve İshak ve Ya´kubun milletine ittiba´ ettim, bizim Allaha hiç bir şey şerîk koşmamız olamaz, bu bize ve insanlara Allahın bir fazlıdır, velâkin insanların ekserisi şükretmezler
    39. Ey benim zindan arkadaşlarım, müteferrık bir çok ilâhlar mı hayırlıdır yoksa hepsine galip, kahhar olan bir Allah mı?
    40. Sizin ondan başka taptıklarınız bir takım kuru isimlerden ıbarettir ki onları siz ve atalarınız takmışsınızdır, yoksa Allah, onlara öyle bir saltanat indirmemiştir, huküm oncak Allahındır, o size kendisinden başkasına tapmamanızı emretti, doğru ve sabit din budur velâkin nâsın ekserisi bilmezler
    41. Ey benim zindan arkadaşlarım! gelelim ru´yanıza: biriniz Efendisine yine şarap sunacak, diğeri de asılacak, kuşlar başından yiyecek, işte fetvâsını istediğiniz emir hallolundu
    42. Bir de bunlardan, kurtulacağını zannettiğine, efendinin yanında beni an dedi, ona da Şeytan, efendisine anmayı unutturdu da senelerce zindanda kaldı
    43. Bir gün Melik ben, dedi: ru´yada görüyorum ki yedi semiz inek, bunları yedi arık yiyor ve yedi yeşil başakla diğer yedi de kuru, ey Efendiler, siz ru´ya ta´bir ediyorsanız bana ru´ya mı halledin
    44. Dediler ki ru´ya dediğin «edgâsü ahlâm» demet demet hayalâttır, biz ise hayalâtın te´vilini bilmiyoruz
    45. O ikisinden kurtulmuş olan da nice zamandan sonra hatırladı da dedi ki: ben size onun te´vilini haber veririm, hemen beni gönderin
    46. Yusüf! Ey sıddık! Bize şunu hallet: «yedi semiz inek bunları yedi arık yiyor ve yedi yeşil başakla diğer yedi de kuru» ümid ederim ki o nâsa cevab ile dönerim, gerektir ki kadrini bilirler
    47. Dedi: yedi sene bermu´tad ekeceksiniz, biçtiklerinizi başağında bırakınız, biraz yiyeceğinizden ma´ada
    48. Sonra onun arkasından yedi kurak sene gelecek, önce biriktirdiklerinizi yiyip götürecek, biraz saklıyacağınızdan maada
    49. sonra onun arkasından bir yıl gelecek ki halk onda sıkıntıdan kurtulacak, sıkıp sağacak
    50. Bunu duyan Melik de getirin bana onu, bunun üzerine ona gönderilen adem gelince, haydi Efendine dön de sor ona: o ellerini doğrayan kadınların maksadları ne imiş, şüphe yok ki rabbim onların hiylelerine alîmdir dedi
    51. Melik, o kadınlara, derdiniz ne idi ki o vakıt Yusüfün nefsinden murad almağa kalktınız? Dedi, hâşâ dediler Allah için biz onun aleyhinde bir fenalık bilmiyoruz. Azîzin karısı şimdi, dedi, hak tezahür etti, onun nefsinden ben kâm almak istedim, o ise şeksiz şüphesiz sadıklardandır
    52. Bu işte şunun için ki bilsin hakıkaten ben, ona gaybında hıyanet etmedim ve hakıkaten Allah hâinlerin hiylesini muvaffakıyyete erdirmez
    53. Nefsimi terbiye de etmiyorum, çünkü nefis cidden emmaredir fenayı emreder meğer ki rabbım rahmetiyle yarlıgaya çünkü rabbım gafur rahîmdir
    54. Melik de dedi: getirin bana onu kendime tahsıs edeyim! bunun üzerine vaktâ ki onunla konuştu, dedi: sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevkı´ sahibisin, eminsin,
    55. Dedi: beni Arz hazineleri üzerine me´mur et, çünkü ben iyi korur, iyi bilirim
    56. Ve işte bu suretle Yusüfü o arzda temkin ettik, neresinde isterse makam tutuyordu, biz rahmetimizi dilediğimize nasıb ederiz, ve muhsinlerin ecrini zayi´ etmeyiz
    57. Ve elbette Âhiret ecri daha hayırlı fakat iyman edip takvâ yolunu tutanlar için
    58. Bir de Yusüfün biraderleri çıkageldiler, geldiler yanına girdiler, derhal onları tanıdı, onlar ise onu tanımıyorlardı
    59. Ve vaktâ ki onları bütün hazırlıkları ile techiz etti, dedi: bana sizin babanızından olan bir kardeşi getirin, görüyorsunuz a ben ölçeği tam ölçüyorum ve ben müsafirperverlerin en yararlısıyım
    60. Eğer onu bana getirmezseniz artık benim yanımda size kile yok ve bana yaklaşmayın
    61. Dediler: her halde onun için babasından iradesini almağa çalışırız ve her halde yaparız
    62. Uşaklarına da dedi: sermayelerini yüklerinin içine koyuverin belki ailelerine avdetlerinde anlarlar belki yine gelirler
    63. Bu suretle vaktâ ki babalarına döndüler, ey pederimiz! Dediler: bizden ölçek men´edildi, bu kerre kardeşimizi bizimle beraber gönder ölçüp alalım ve her halde biz onu muhafaza ederiz
    64. Dedi: hiç ben onu size inanır mıyım? Meğer ki bundan evvel kardeşini inandığım gibi ola, en hayırlı hıfzedecek de Allahdır ve o erhamürrâhimîndir
    65. Derken meta´larını açtıklarında sermayelerini kendilerine iade edilmiş buldular, ey pederimiz! dediler: daha ne isteriz, işte sermayemiz de bize iade edilmiş yine ailemize erzak getiririz, kardeşimizi de muhafaza ederiz, hem bir deve yükü fazla alırız ki bu az bir şey
    66. Dedi: ihtimali yok onu sizinle beraber göndermem, tâ ki bana hepiniz ihata edilmedikçe onu behamehal getireceğinize dâir Allahdan bir mîsak veresiniz, vaktâ ki misaklarını verdiler, dedi ki: Allah söylediklerimize karşı vekil
    67. Ey yavrularım! Dedi: bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin, maamafih ne yapsam sizden hiç bir şeyde Allahın takdirini def´edemem, huküm ancak Allahındır, ben ona tevekkül kıldım ve hep ona tevekkül etmelidir onun için bütün mütevekkiller
    68. Vaktâ ki babalarının emrettiği yerden girdiler, o, onlardan Allahın takdirinden hiç bir şey´i def´etmiyordu ancak Yakubun nefsindeki bir haceti kaza etmişti, şüphe yok ki o muhakkak bir ilim sahibi idi, çünkü biz kendisine ta´lim etmiştik ve lâkin nâsın ekserisi bilmezler
    69. Vaktâ ki Yusüfün yanına girdiler, kardeşini kendine aldı ve ben, dedi: ben haberin olsun senin kardeşinim, sakın yapacaklarına göcürgenme
    70. Sonra onları bütün hazırlıkları ile techiz ettiği vakıt su kabını kardeşinin yükü içine koydu, sonra da bir münâdi bağırdı: ey kârban siz her halde hırsızlık etmişsiniz
    71. Bunlara döndüler de dediler: ne arıyorsunuz?
    72. Melikin dediler: suvaını arıyoruz onu getirene bir deve yükü bahşiş var, ve ben ona kefilim.
    73. Tallahi, dediler: size muhakkak ma´lûmdur ki biz Arzda fesad çıkarmak için gelmedik, hırsızda değiliz.
    74. Şimdi, dediler: yalancı çıkarsanız cezası ne?
    75. Cezası dediler: kimin yükünde çıkarsa işte o, onun cezası, biz zalimlere böyle ceza veririz.
    76. Bunun üzerine kardeşinin kabından evvel onların kaplarından başladı, sonra onu kardeşinin kabından çıkardı, işte Yusüf için böyle bir tedbir yaptık, Melikin dininde (ceza kanununda) kardeşini almasına çare yoktu, lâkin Allahın dilemesi başka, biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz ve her ilim sahibinin fevkında bir alîm vardır.
    77. Eğer dediler: o çalmış bulunuyorsa bundan evvel bir kardeşi de çalmıştı, o vakıt Yusüf bunu içine attı ve onlara belli etmedi, siz dedi: fena bir mevkı´desiniz ve Allah, pekâlâ biliyor: Ne isnad ediyorsunuz?
    78. Ey şanlı Azîz! Dediler: emin ol ki bunun büyük bir ihtiyar pederi var, onun için yerine birimizi al, çünkü biz seni muhsinlerden görüyoruz.
    79. Allah, saklasın, dedi: metaımızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını tutmamızdan, çünkü biz o takdirde zulmetmiş oluruz.
    80. Vaktâ ki ondan ümidi kestiler, fısıldayarak çekildiler, büyükleri dedi ki: babanızın aleyhinizde Allahdan mîsak almış olduğunu, bundan evvel de Yusüf hakkında ettiğiniz kusuru biliyor musunuz? Artık ben buradan ayrılmam tâ babam bana izin verinceye veya Allah hakkımda bir huküm ta´yin edinceye kadar ki o Hayrül´hâkimîndir.
    81. Siz dönün babanıza da deyin ki ey bizim babamız, inan oğlun hırsızlık etti, biz ancak bildiğimize şehadet ediyoruz yoksa gaybin hafızları değiliz
    82. Hem bulunduğumuz şehre sor hem içinde geldiğimiz kârbana, ve emin ol ki biz cidden doğru söylüyoruz
    83. Yok, dedi: size nefsiniz bir emir tesvil etmiş, artık bir sabrı cemîl, yakındır ki Allah bana hepsini bir getire, hakikat bu: alîm o, hakîm o
    84. Ve onlardan yüzünü çevirdi de, «ya esefâ alâ Yusüf» dedi ve huzünden gözlerine ak düştü artık yutkunuyor yutkunuyordu
    85. Tellahi dediler, halâ Yusüfü anıb duruyorsun, nihayet gamdan eriyeceksin veya helâk olanlara karışacaksın
    86. Ben, dedi, dolgunluğumu, huznümü ancak Allaha şikayet ederim ve Allahdan sizin bilemeyeceğiniz şeyler bilirim
    87. Ey oğullarım haydi gidiniz de Yusüfle kardeşinden bir tahassüste bulununuz ve Allahın revhınden ye´se düşmeyiniz, çünkü Allâhın revhınden ye´se düşen Ancak kâfirler güruhudur
    88. Bunun üzerine vaktaki huzuruna girdiler, ey şanlı Azîz, dediler: bize ve ıyalimize zaruret messetti, pek ehemmiyetsiz bir sermaye ile de geldik, yine bize tam ölçü ver ve bize tesadduk buyur, çünkü Allah, tasadduk edenlere mükâfatını verir
    89. Siz, dedi, biliyor musunuz? Cahilliğiniz de Yusüfe ve kardeşine ne yaptınız?
    90. A a, sen, sen Yusüf müsün? dediler. Ben, dedi: Yusüfüm, bu da kardeşim, Allah bize lutfile in´am buyurdu. Hakikat bu; her kim Allahdan korkar ve sabr ederse her halde Allah, muhsinlerin ecrini zayi´ etmez
    91. Dediler: tâllahi seni Allah, bize üstün kıldı, biz doğrusu büyük suç işlemiştik
    92. Dedi: size karşı tekdir yok bu gün, Allah sizi mağrifetile bağışlar ve o «erhamürrâhimîn» dir
    93. Şimdi siz, benim şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne bırakın gözü açılır ve bütün taallükatımızla toplanıb bana gelin
    94. Vaktâ ki beriden kârban ayrıldı, öteden babaları doğrusu, dedi: ben cidden Yusüfün kokusunu duyuyorum, bana bunaklık isnadına kalkışmasanız
    95. Dediler: tallahi sen cidden eski şaşgınlığından berdevamsın
    96. Fakat vaktâ ki hakıkaten müjdeci geldi gömleği yüzüne bıraktı gözü açılıverdi, ben size, dedi: Allahdan sizin bilemeyeceklerinizi bilirim demedim mi?
    97. Dediler, ey bizim şefkatli pederimiz, bizim için günahlarımızı istiğfar ediver, bizler hakıkaten büyük günah işlemiştik
    98. Sizin için, dedi: rabbıma sonra istiğfar edeceğim hakıkat bu: gafur o, rahîm o
    99. Vakta ki Yusüfün yanına vardılar, ebeveynini kucakladı, yanına aldı ve buyurun, dedi: Mısıra inşallah emn-ü istirahatle girin
    100. Ve ebeveynini taht üzerine çıkardı, hepsi onun için secdeye kapandılar, ve ey babacığım, dedi: işte bundan evvelki ru´yamın te´vili bu, hakikaten rabbım, onu hak kıldı, hakikaten bana ihsan buyurdu çünkü beni zındandan çıkardı ve sizi badiyeden getirdi. Şeytan benimle biraderlerimin arasını dürtüşdürdükten sonra, hakikat rabbım meşiyetinde lâtif, hakikat bu, o, öyle alîm, öyle hakîm
    101. Yarab, sen bana mülkten bir nasıb verdin ve bana ehadisin te´vilinden bir ılim öğretdin, Gökleri, yeri yaradan rabbim!: Benim Dünya ve Âhırette veliym sensin, beni müslim olarak al ve beni salihîne ilhak buyur
    102. Bu işte, gayb haberlerinden, sana onu vahy ile bildiriyoruz, yoksa onlar işlerine karar verip mekir yaparlarken sen yanlarında değildin
    103. Ve insanların ekserisi sen ne kadar hırslansan mü´min değildirler
    104. Buna karşı onlardan bir ecir de istemiyorsun, o ancak bütün âlemîne ilâhî bir tezkirdir
    105. Bununla beraber Göklerde yerde ne kadar âyet var ki üzerine uğrarlar onlardan yüz çevirir geçerler
    106. Onların ekserisi Allaha şirk koşmaksızın iman etmez
    107. ya artık Allahın azâbından umumunu saracak bir beliyye gelivermesinden veya şuurları yokken kendilerine ansızın saatin gelivermesinden emandamıdırlar?
    108. De ki: işte benim meslekim bu, basıret üzere Allaha da´vet ederim ben ve bana tabi´ olanlar, ve Allahı tesbih ile tenzih eylerim ve ben müşriklerden değilim
    109. Senden evvel gönderdiğimiz Peygamberler de başka değil ancak şehirler ahalisinden kendilerine vahyeylediğimiz bir takım erler idi; Ya şimdi o yerde bir gezmediler mi? Baksalar â kendilerinden evvel geçenlerin akıbetleri nasıl olmuş? Ve elbette Âhiret evi korunanlar için daha hayırlıdır ya, hâlâ akletmiyecekmisiniz?
    110. Nihayet Peygamberler ümidlerini kesecek hale geldikleri ve onlar yalana çıkarıldılar zannettikleri vakıt onlara nusratımız geldi de dilediklerimiz necata irdirildi, mücrimler güruhundan ise azâbımız giri döndürülmez
    111. Hakikat onların kıssalarında ülül´elbab için bir ıbret vardır, bu uydurulur bir söz değil ve lâkin önündekinin tasdiki ve her şeyin tafsıli ve iyman edecek bir kavm için bir hidayet bir rahmettir