1. |
Elif, Lâm, Râ. İşte onlar, hakîm olan kitabın âyetleridir. |
2. |
Nâsı korkut ve imân edenleri müjdele ki, süphesiz onlar için rabbileri indinde bir kademe sıdk vardır diye onlardan bir erkeğe vahyetmiş olmamız, nâs için taaccüb edilecek bir şey mi oldu ki, kâfirler, «Bu şüphe yok ki bir apaçık sahirdir,» dediler. |
3. |
Muhakkak ki Rabbiniz o Allah Teâlâ´dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra arş üzerine istiva buyurdu. Her emri tedbir ediyor. Hiçbir şefaat edici yoktur, illâ O´nun izninden sonra. İşte sizin Rabbiniz O´dur. Artık O´na ibadet ediniz, siz hiç düşünmez misiniz? |
4. |
Dönüşünüz cümleten O´nadır. Bu, Allah Teâlâ´nın muhakkak olan vaadidir. Şüphe yok ki o halkı (yaradılmışları) bidayeten vücûda getirir, sonra da geriye çevirir ki, imân etmiş ve sâlih amellerde bulunmuş olanları adâletle mükâfaata nâil buyursun. Kâfir olanlar için de küfreder oldukları sebebiyle kızgın sudan bir içki ve pek acıklı bir azap vardır. |
5. |
O, o (Hâlik-ı Azîm)dir ki, Güneşi bir ziya, Ay´ı da bir nûr kıldı. Ve ona menziller tayin etti ki, senelerin sayısını ve hesabı bilesiniz. Allah Teâlâ bunları ancak hak ile yarattı. Bilir bir kavim için âyetleri mufassalan beyan buyuruyor. |
6. |
Şüphe yok ki, gece ile gündüzün biribirini takib etmesinde ve Allah Teâlâ´nın göklerde ve yerlerde yaratmış olduğu şeylerde muttakî olan bir kavim için elbette âyetler vardır. |
7. |
O kimseler ki, Bize kavuşacaklarını ümit etmezler ve dünya hayatına razı olmuşlar ve onunla mutmain bulunmuşlardır ve o kimseler ki onlar Bizim âyetlerimizden gâfillerdir. |
8. |
İşte onların varacakları yer, kendi kazanmış oldukları şey sebebiyle ateştir. |
9. |
O kimseler ki, imân ettiler ve sâlih amellerde bulundular, muhakkak ki, onları imân etmiş olmaları sebebiyle Rableri hidâyete erdirir, Naîm cennetlerinde altlarından ırmaklar akar. |
10. |
Orada duaları: «Sübhanekeâllahümme (Ya ilâhi! Seni tesbih ve tehzih ederiz)»dir. Orada sağlık temennilleri de: «Selâm! (Selâmette olunuz!)» dur. Dualarının sonu da: «Elhamdülillâhi Rabbi´l-âlemîn (Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ´ya mahsustur)» demektir. |
11. |
Eğer Allah Teâlâ, nâsa, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de alelacele verecek olsa idi elbette onlara ecellerini yitirivermiş olurdu. Artık Bize kavuşmalarını ummayanları, kendi azgınlıkları içinde şaşkın bir halde bırakırız. |
12. |
Ve insana bir sıkıntı dokununca da, yanı üzerine yatarken veya otururken veya ayakta iken Bize dua eder. Vaktâ ki, ondan o sıkıntıyı açıvermiş oluruz, sanki kendisine dokunmuş olan bir sıkıntıdan dolayı Bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte müsrifler için yapar oldukları şeyler böyle süslenmiştir. |
13. |
Andolsun ki, Biz sizden evvelki nice nesilleri, zulmettikleri zaman helâk ettik. Halbuki, onlara peygamberleri beyyineler ile gelmişlerdi. Onlar ise imân eder olmadılar. İşte günahkârlar olan kavmi Biz böyle cezalandırırız. |
14. |
Sonra onları müteakip sizi yeryüzünde halifeler yaptık ki, nasıl amelde bulunacağınıza bakalım. |
15. |
Onlara Bizim zâhir âyetlerimiz okunduğu zaman, Bize mülâki olacaklarını ummayanlar dedi ki: «Bundan başka bir Kur´an getir veya bunu değiştir.» De ki: «Onu kendi tarafımdan değiştirmek benim için sahih olamaz. Ben ancak bana vahyolunana tâbi olurum, başkasına değil. Şüphe yok ki, ben Rabbime isyan eder olursam büyük bir günün azabından korkarım.» |
16. |
De ki: «Eğer Allah Teâlâ dilese idi onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Muhakkak ki, ben ondan evvel sizin aranızda bir ömür sürmüştüm. Siz hiç âkilâne düşünmez misiniz?» |
17. |
Artık Allah Teâlâ´ya karşı yalan yere iftirada bulunandan veya O´nun âyetlerini tekzîp edenden daha zalim kim vardır? Şüphe yok ki, mücrimler felâha eremezler. |
18. |
Ve onlar, Allah Teâlâ´nın gayrı, kendilerine ne mazarrat ve ne de menfaat veremiyecek olanlara ibadet ederler ve derler ki: «Bunlar Allah Teâlâ´nın yanında bizim şefaatçilerimizdir.» De ki: «Allah Teâlâ´ya ne göklerde ve ne de yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? O (Hâlik-ı Azîm) onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir, müteâlidir.» |
19. |
Ve insanlar bir ümmetten başka değildi. Sonra ihtilafa düştüler. Eğer Rabbin tarafından geçmiş bir kelime bulunmasa idi, onların arasında ihtilâfa düştükleri şey hususunda elbette ki (derhal) hükmolunurdu. |
20. |
Ve derler ki: «O´na Rabbi tarafından bir mucize indirilmeli değil midir?» De ki: «Gayb ancak Allah içindir. Artık siz bekleyiniz, şüphe yok ki, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.» |
21. |
İnsanlara kendilerini kaplayan bir sıkıntıdan sonra bir rahmet taddırdığımız zaman Bizim âyetlerimiz hakkında onların derhal bir kötü hareketleri vardır. De ki: «Allah Teâlâ hilece daha çabuktur.» Şüphe yok ki, Bizim resûllerimiz, (meleklerimiz) ne hile yaparsanız hepsini yazarlar. |
22. |
O, o (Hâlık-i Kerîmdir) ki, sizi karada ve denizde yürütür. Vaktâ ki gemilerde bulunursunuz, onlar da yolcular ile beraber latif bir rüzgâr ile akıp gider ve onunla ferahlanırlar. Derken onlara şiddetli esen bir rüzgâr gelir, ve onlara her taraftan dalgalar hücuma başlar ve kendilerinin bununla tamamen ihata edilmiş olduklarını zanneder, Allah Teâlâ´ya dinde muhlisler olarak duada bulunurlar, «Eğer bizi bundan kurtarır isen elbette biz şükredicilerden oluruz» derler. |
23. |
Fakat onları kurtarınca onlar derhal yeryüzünde haksız yere taşkınlıklarda bulunurlar. Ey insanlar! Şüphe yok ki, sizin taşkınlığınız kendi şahıslarınızın aleyhinedir. Dünya hayatı bir meta´dır. Sonra dönüşünüz Bizedir. Artık Biz de size neler yapmış olduklarınızı elbette haber vereceğizdir. |
24. |
Şüphe yok ki, dünya hayatının meseli, bir su gibidir ki, onu Biz gökten indirdik. Derken onunla insanların ve davarların yiyecekleri şeylerden olan yeryüzünün otları birbirine karışmış oldu. Vaktâ ki, yeryüzü ziynetini aldı ve bezendi ve onun ahalisi onun üzerine kâdir olduklarını sandılar, hemen ona emrimiz geceleyin veya gündüzün geliverdi, onu sanki bir gün evvel yokmuş gibi kökünden biçilmiş bir halde kıldık. İşte âyetleri, mütefekkirler olan bir kavme böyle müfassalan beyan ederiz. |
25. |
Ve Allah Teâlâ selâmet yurduna davet ediyor ve dilediğini doğru bir yola hidâyet buyurur. |
26. |
İhsanda bulunanlar için güzellik ve bir ziyâdelik vardır ve onların yüzlerini ne karalık ve ne de bir alçaklık kaplamaz. İşte onlar cennet ehlidirler. Onlar orada ebedîyyen kalıcılardır. |
27. |
Ve o kimseler ki, kötülükleri kazandılar. Kötülüğün cezası da kendi misli iledir. Ve onları bir alçaklık kaplar. Onlar için Allah´tan koruyacak bir şey yoktur. Onların yüzleri sanki geceden karanlık bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar ateşin yârânıdır. Onlar onun içinde ebedî sûrette kalacak kimselerdir. |
28. |
Ve o günü ki, hepsini mahşere toplarız. Sonra şerik koşmuş olanlara deriz ki: «Siz de ve şerikleriniz de yerlerinizde durunuz.» Artık aralarını ayırmışızdır. Ve onların şerikleri der ki: «Siz bizlere tapınır değil idiniz.» |
29. |
«İmdi Allah Teâlâ, bizim aramızla sizin aranızda şahit olmak için yeter. Muhakkak ki, biz sizin tapınmanızdan elbette habersiz idik.» |
30. |
Orada her nefis, evvelce yapmış olduğundan haberdar olacaktır. Ve hak mevlâları olan Teâlâ´ya reddedilmiş bulunacaklardır. İftira eder oldukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitmiş bulunacaktır. |
31. |
De ki: «Sizi gökten ve yerden kim merzûk ediyor? Ve o işitme kuvvetine ve gözlere mâlik olan kimdir? Ve kimdir ki, ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır. Ve kimdir işleri tedbir eden?» Derhal diyeceklerdir ki: «Allah...» Artık de ki: «Siz korkmaz mısınız?» |
32. |
İşte sizin hak olan Rabbiniz, o Allah Teâlâ´dır. Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır? O halde nasıl çevriliyorsunuz? |
33. |
İşte fıska düşmüş olanların aleyhine Rabbinin kelimesi şöylece tahakkuk etmiştir ki, şüphe yok onlar imân etmezler. |
34. |
De ki: «Sizin şeriklerinizden halkı bidâyeten var eden, sonra da onu iade eyleyen bir kimse var mıdır? Allah Teâlâ ise halkı ibtida yaratır, sonra da onu iade eder. Artık siz nereden sapıttırılıyorsunuz?» |
35. |
De ki: «Sizin şeriklerinizden Hakk´a hidâyet edecek bir kimse var mıdır? De ki: «Allah Teâlâ Hakk´a hidâyet eder. Artık Hakk´a hidâyet eden zât mı uyulmaya daha haklıdır, yoksa hidâyet olunmadıkça kendi kendine hidâyete eremiyecek kimse mi? Artık sizin için ne var? Nasıl hükmediyorsunuz?» |
36. |
Onların ekserisi zandan başka bir şeye tâbi olmaz. Zan ise şüphe yok ki, hiçbir şey ile haktan müstağni kılamaz. Allah Teâlâ ise muhakkak ki, ne yaptıklarını tamamıyla bilicidir. |
37. |
Ve bu Kur´an, Allah´tan başkasına isnad edilerek iftirada bulunulamaz. Velâkin o kendisinden mukaddem olanı bir tasdiktir ve kitabın bir tafsilidir. Onda bir şüphe yoktur. Âlemlerin Rabbi tarafından (indirilmiştir). |
38. |
Yoksa, «Onu uydurdu,» mu diyorlar? De ki: «Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz, onun misli bir sûre getirin ve Allah´tan başka gücünüz yettiği kimseyi de çağırınız.» |
39. |
Hayır. Onlar ilmini ihata edemedikleri ve daha te´vili kendilerine gelmemiş olan bir şeyi tekzîp ettiler. Onlardan evvelkiler de böylece tekzîpte bulunmuşlardı. Artık bak ki zalimlerin akibeti nasıl olmuştur. |
40. |
Ve onlardan kimisi O´na imân eder ve onlardan kimisi de O´na imân etmez. Ve Rabbin müfsidleri pek ziyâde bilendir. |
41. |
Ve eğer seni tekzîp ederlerse artık de ki: «Benim amelim banadır, sizin ameliniz de sizedir. Siz benim işleyeceğimden berîsiniz, ben de sizin işleyeceğiniz şeylerden berîyim.» |
42. |
Ve onların içinde senin sözlerini işitmek isteyenler de vardır. Fakat sağırlara mı işittireceksin? Eğer akılları da kesmez kimseler bulunmuş ise. |
43. |
Ve onlardan sana bakanlar da vardır. Ya sen körlere, göremez kimseler de olsalar doğru yolu gösterebilir misin? |
44. |
Şüphe yok ki, Allah Teâlâ insanlara hiçbir şey ile zulmetmez. Velâkin insanlar kendi nefislerine zulmederler. |
45. |
O gün ki onları (mahşere) toplayacaktır. Sanki (dünyada) gündüzün bir saat kadar kalmış gibi olacaklardır. Birbirlerini tanıyacaklardır. Allah Teâlâ´ya çıkacaklarını yalan sayanlar, muhakkak ki hüsrâna uğramışlardır. Ve doğru yola ermiş olmamışlardır. |
46. |
Onlara vaadettiğimiz şeyin bazısını sana göstersek de veya (henüz göstermeden) senin ruhunu kabzetsek de herhalde onların dönüşü Bizedir. Sonra Allah Teâlâ onların ne yapacakları üzerine şahittir. |
47. |
Her ümmet için bir peygamber vardır. Artık onlara peygamberleri geldiği vakit aralarında adâletle hükmedilmiş olur ve onlar zulmolunmazlar. |
48. |
Ve derler ki: «Eğer siz sâdık kimseler iseniz bu vaad ne zamandır?» |
49. |
De ki: «Ben kendi nefsim için Allah Teâlâ´nın dilediğinden başka ne bir zarara ve nede bir faideye mâlik olamam. Her ümmet için bir ecel vardır. Ecelleri geldiği vakit artık ne bir saat geri kalabilirler ve ne de ileri gidebilirler.» |
50. |
De ki: «Bana haber veriniz! Eğer size onun azabı geceleyin veya gündüzün gelirse günahkârlar ondan neyi isti´câl ediveriyorlar?» |
51. |
«O azap, vaki olduktan sonra mı ona imân etmiş olacaksınız? Şimdi mi? Halbuki, siz onu istical ediveriyordunuz (ya).» |
52. |
Sonra zulmetmiş olanlara denilecektir ki, «Şimdi ebedî azabı tadınız. Siz başkasıyla değil, ancak kazanmış olduğunuz şey sebebiyle cezalandırılırsınız.» |
53. |
Ve senden haber almak istiyorlar ki, o doğru mudur? De ki: «Evet. Ve Rabbime andolsun ki doğru bir hakikattır ve siz onu bertaraf edecek kimseler değilsinizdir.» |
54. |
Eğer zulmetmiş olan her şahıs için bütün yerde bulunanlar olsa idi elbette onları feda ederdi ve azabı gördükleri zaman için için nedâmette bulunmuş olurlar. Ve onların arasında adâletle hükmolunmuş olur ve onlar zulmolunmazlar. |
55. |
Uyanınız! Şüphe yok ki göklerde de ve yerde de her ne var ise Allah Teâlâ´nındır. Agâh olunuz! Allah Teâlâ´nın vaadi, elbette ki hakikattır, fakat onların ekserisi bilmezler. |
56. |
O diriltir ve öldürür ve O´na döndürüleceksinizdir. |
57. |
Ey insanlar! Muhakkak ki, size Rabbinizden bir öğüt ve gönüllerde olana bir şifa ve mü´minler için bir hidâyet ve bir rahmet gelmiştir. |
58. |
De ki: «Allah Teâlâ´nın fazlı ile ve rahmeti ile.» İşte yalnız onunla ferahlansınlar. O, onların topladıklarından daha hayırlıdır. |
59. |
De ki: «Bana haber veriniz! Allah Teâlâ sizin için rızktan neler indirdi ve siz ondan bir haram bir de helâl kıldınız.» De ki: «Allah Teâlâ mı size izin verdi, yoksa siz Allah´a iftira mı ediyorsunuz?» |
60. |
Allah Teâlâ´ya karşı yalan yere iftirada bulunanların Kıyamet günü hakkındaki zanları neden ibarettir. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ insanlara karşı elbette fazl sahibidir, velâkin onların çokları şükretmezler. |
61. |
Ve sen bir işte bulunmazsın ve ondan, Kur´an´dan bir şey okumazsın ve sizler de amelden bir şey yapmazsınız ki, illâ Biz sizin üzerinize o işe daldığınız zaman şahitleriz. Ve Rabbinden ne yerde ve ne de gökte zerre miskali bir şey gaib bulunmaz ve ondan ne daha küçük ve ne de daha büyük bir şey yoktur ki, illâ apaçık olan bir kitapta (yazılıdır). |
62. |
Haberiniz olsun ki, muhakkak Allah Teâlâ´nın velîleri için bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. |
63. |
Onlar ki, imân etmişlerdir ve ittika eder olmuşlardır. |
64. |
Onlar için dünya hayatında da ve ahirette de (tam bir) müjde vardır. Allah Teâlâ´nın kelimeleri için değişmek yoktur.İşte en büyük necât budur. |
65. |
Ve onların lâkırdıları seni mahzun etmesin. Şüphe yok ki, bütün izzet Allah Teâlâ´nındır. O kemaliyle işiticidir ve bilicidir. |
66. |
Agâh olunuz ki, göklerde kim var ise ve yerde kim var ise şüphe yok ki, Allah Teâlâ´nındır. Allah Teâlâ´dan başkasına tapanlar da şeriklere tebaiyyet etmiş olmazlar. Onlar zandan başkasına tebaiyyet etmiyorlar ve onlar yalan söyler kimselerden başka değildirler. |
67. |
O, o zâttır ki, sizin için geceyi kılmıştır ki, onda istirahat edesiniz. Gündüzü de gösterici (ziyâdar) kılmıştır. Şüphe yok ki, bunda işiticiler olan bir kavim için elbette âyetler vardır. |
68. |
Dediler ki: «Allah Teâlâ (kendisine) veled ittihaz etti.» Hâşâ, O bundan münezzehtir, O müstağnidir. Göklerde olanlar da ve yerde olanlar da O´nundur. Sizin yanınızda buna dair hiçbir hüccet yoktur. Allah Teâlâ´ya karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi söyler misiniz? |
69. |
De ki: «O kimseler ki, Allah Teâlâ´ya karşı yalan söylemek kasdinde bulunurlar. Şüphe yok ki, felâh bulamazlar.» |
70. |
(Onlar için) Dünyada cüz´i bir varlık, sonra dönüşleri Bizedir. Sonra onlara küfreder olduklarından dolayı şiddetli azabı tattıracağızdır. |
71. |
Ve onlara Nûh´un kıssasını oku. Vaktâ ki kavmine demişti: «Ey kavmim! Eğer sizin üzerinize benim (aranızda) duruşum ve Allah´ın âyetleriyle size öğüt verişim ağır geliyorsa imdi ben Allah Teâlâ´ya tevekkül ettim, artık işinizi ve ortaklarınızı toplayınız. Sonra sizin üzerinize işiniz gizli kalmasın. Sonra hakkımda hükmünüzü veriniz ve bana göz açtırmayınız.» |
72. |
«Artık siz, yüz çevirir iseniz, zâten ben sizden bir mükâfaat istemiş değilim. Benim mükâfaatım ancak Allah Teâlâ´ya aittir. Ve ben müslümanlardan olmaklığımla emir olundum.» |
73. |
Yine o´nu tekzîp ettiler. Biz de O´nu ve O´nunla beraber gemide bulunanları necâta erdirdik ve onları halifeler kıldık. Bizim âyetlerimizi tekzîp edenleri de gark ettik. Artık bak! Korkutulmuş olanların akıbetleri nasıl oldu? |
74. |
Sonra onu müteakip kavimlerine peygamberler gönderdik. Onlara beyyineler ile geldiler. Onlar ise evvelce tekzîp etmiş oldukları şeylere imân eder olmadılar. İşte haddi tecavüz edenlerin kalpleri üzerine böylece mühürleriz. |
75. |
Sonra onların ardından Mûsa´yı ve Harun´u, Fir´avun´a ve onun cemaatine âyetlerimiz ile gönderdik. Fakat böbürlendiler ve günahkârlar olan bir kavim oldular. |
76. |
Vaktâ ki onlara Bizim tarafımızdan hak geldi, «Şüphe yok ki bu elbette apaçık bir sahirdir,» dediler. |
77. |
Mûsa dedi ki: «Size geldiği zaman hak için bu sihirdir, der misiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki, sahirler felâh bulamazlar.» |
78. |
Dediler ki: «Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin de yerde ululuk ikinize olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanıcılar değiliz.» |
79. |
Ve Fir´avun dedi ki: «Bütün bilgin sihirbazları bana getiriniz.» |
80. |
Vaktâ ki sihirbazlar geliverdiler. Onlara Mûsa: «Siz ne atacak iseniz atınız» dedi. |
81. |
Vaktâ ki onlar atıverdiler. Mûsa dedi ki: «Sizin getirmiş olduğunuz şey, sihirdir. Şüphe yok ki Allah Teâlâ onu iptal edecektir. Muhakkak ki, Allah Teâlâ müfsit olanların işini düzeltmez.» |
82. |
«Ve Allah Teâlâ, hakkı kelimeleriyle izhar eder, velev ki günahkârlar hoşlanmasınlar.» |
83. |
Artık Mûsa´ya imân etmedi, ancak kavminden bir zürriyet kendilerinin Fir´avun´dan ve onların cemaatinden bir belaya uğrayacaklarından korkar oldukları halde imân etmiş oldular. Fir´avun ise muhakkak ki, o yerde yüksek idi ve şüphe yok ki, o haddi tecavüz edenlerden idi. |
84. |
Mûsa da dedi ki: «Ey kavmim! Eğer Allah´a imân etmiş iseniz, eğer teslimiyette bulunmuşlar iseniz artık ona itimad ediniz.» |
85. |
Onlar da dediler ki: «Allah Teâlâ´ya itimat ettik. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler olan kavim için bir fitne kılma.» |
86. |
«Ve rahmetin ile bizi kâfirler olan kavimden kurtar.» |
87. |
Ve Mûsa ile kardeşine vahyettik ki, Mısır´da kavminiz için evler ittihaz ediniz ve evlerinizi namazgâh kılınız ve namazı dosdoğru eda ediniz ve mü´minleri tebşir et. |
88. |
Mûsa da dedi ki: «Ey Rabbimiz! Şüphe yok ki, sen Fir´avun´a ve onun cemaatine dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz! Senin yolundan sapıtsınlar diye mi? Ey Rabbimiz! onların mallarını mahvet ve gönülleri üzerini şiddetle mühürle. Tâ ki onlar acıklı azabı görünceye kadar imân etmesinler.» |
89. |
Buyurdu ki, «İkinizin de duası kabul olunmuştur. Artık istikamette devam ediniz ve bilmez olanların yoluna tâbi olmayınız.» |
90. |
Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Fir´avun ile askerleri ise zulmen ve adaveten onların arkalarına düşmüşlerdi. Nihâyet ona boğulmak yetişince dedi ki: «Ben İsrailoğullarının imân etmiş olduklarından başka ilâh olmadığına muhakkak ki imân ettim ve ben de müslümanlardanım.» |
91. |
(O´na denildi ki,) «Şimdi mi? Ve sen muhakkak ki, evvelce isyan etmiş ve müfsidlerden olmuş idin.» |
92. |
«Artık bugün senin cesedini kurtaracağız, Tâ ki, senden geridekilere bir ibret olasın. Ve şüphe yok ki, nâstan birçokları Bizim âyetlerimizden elbette gâfillerdir.» |
93. |
Ve andolsun ki, İsrailoğullarını sâlih (doğru) bir yurda yerleştirdik. Ve onları tertemiz şeylerden merzûk ettik. Sonra kendilerine ilim gelinceye kadar ihtilâfta bulunmadılar. Şüphe yok ki, Rabbin onların arasında ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında Kıyamet günü hükmedecektir. |
94. |
Eğer sen, sana indirmiş olduğumuz şeylerden şüphede olmuş isen senden evvel kitap okumakta olanlardan sor. Andolsun ki, sana hak, Rabbinden gelmiştir. Artık şüphe edenlerden olma. |
95. |
Ve sakın Allah´ın âyetlerini tekzîp edenlerden olma. Sonra hüsrâna uğramışlardan olursun. |
96. |
Muhakkak o kimseler ki, aleyhlerinde Rabbin kelimesi tahakkuk etmiştir, onlar imân etmezler. |
97. |
Velev ki, onlara her âyet gelsin. Pek acıklı azabı görünceye kadar (küfürlerinde devam ederler). |
98. |
Hiçbir şehir ahalisi yoktur ki, (yeis halinde) imân etmiş olsun da bu imânı ona faide versin. Yûnus kavmi ise müstesna. Vaktâ ki imân ettiler, onlardan dünya hayatında rüsvaylık azabını açıverdik ve kendilerini bir müddete kadar müstefit kıldık. |
99. |
Ve Eğer Rabbin dilese idi elbette yeryüzünde kim varsa hepsi de cümleten imân ederlerdi. Artık mü´minler olsunlar diye sen mi nâsa cebir edeceksin? |
100. |
Hiçbir şahıs için Allah Teâlâ´nın izni olmaksızın imân etmek kabil değildir. Ve murdarlığı âkilâne düşünmez kimselerin üzerine kılar. |
101. |
De ki: «Bakınız! Göklerde ve yerde olanlar nelerdir?» Fakat imân etmez bir kavim için âyetler ve korkutucular bir faide vermez. |
102. |
Artık onlar beklemezler, ancak kendilerinden evvel geçmiş olanların günlerinin mislini beklerler. De ki: «Bekleyiniz, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.» |
103. |
Sonra Biz peygamberlerimizi ve imân etmiş olanları kurtarırız. Böylece Bizim üzerimize bir haktır ki, mü´minleri necâta erdiririz. |
104. |
De ki: «Ey insanlar! Eğer siz benim dinimde bir şüphede iseniz, (haberiniz olsun ki) ben Allah Teâlâ´dan başka taptığınız şeylere ibadet etmem. Velâkin ben o Allah Teâlâ´ya ibadet ederim ki, sizlerin canlarını alıverir ve ben emrolunmuşumdur ki, mü´minlerden olayım.» |
105. |
«Ve yüzünü İslâmiyet´te sabit olarak dine doğrult ve müşriklerden olma.» |
106. |
«Ve Allah´tan başka sana ne faide ve ne de zarar veremiyecek olanlara ibadet etme. Şayet edecek olursan şüphe yok ki, sen o takdirde zalimlerden olmuş olursun.» |
107. |
Ve eğer Allah Teâlâ sana bir zarar dokundurursa artık O´ndan başka onu bir açacak yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse artık O´nun fazlını reddedecek de yoktur. Bunu kullarından dilediğine eriştirir ve gafûrdur rahîmdir. |
108. |
De ki: «Ey insanlar! Muhakkak ki, Rabbiniz tarafından size hak gelmiştir. Artık her kim hidâyeti kabul ederse kendi nefsi için hidâyete ermiş olur. Ve her kim dalâlete düşerse şüphe yok ki, kendi nefsi aleyhine dalâlete düşmüş olur. Ve ben sizin üzerinize bir vekil değilim.» |
109. |
Ve sana vahyolunana tâbi ol, ve Allah Teâlâ hükmedinceye kadar sabret. Ve o, hükmedenlerin en hayırlısıdır. |