1. |
Nûn ve kalem, bir de satıra yazı yazdıkları şeyler hakkı için, |
2. |
Sen (Ey Rasûlüm, ikram edildiğin) Rabbinin (peygamberlik) nimeti ile bir mecnûn değilsin; |
3. |
Ve muhakkak sana tükenmez bir sevap var... |
4. |
Gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin. |
5. |
Yakında göreceksin, onlar da (akıbetlerini) görecekler; |
6. |
Hanginizmiş mecnûn... |
7. |
Muhakkak senin Rabbin, kendi yolundan kimin saptığını en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de en iyi bilendir. |
8. |
O halde (Ey Rasûlüm, Allah’ı, Kur’an’ı ve peygamberi) yalanlıyanları tanıma. |
9. |
Arzu ettiler ki, (kendilerine) yumuşaklık göstersen, onlar da sana yumuşak davransalar. |
10. |
Bir de tanıma (haklı haksız) her çok yemin edeni, değersizi; |
11. |
Çok ayıplayanı, koğuculukla gezeni... |
12. |
Hayırdan alıkoyanı, aşırı zalimi, çok günahkârı; |
13. |
Zorbayı, bütün bunlarla beraber soysuz olan yardıkçıyı... |
14. |
Mal sahibidir ve oğulları vardır diye, (bunlara itaat etme). |
15. |
Ona âyetlerimiz (Kur’an) okunduğu zaman; “- Eskilerin masalları...” demiştir. |
16. |
Biz, yakında onun burnunu dağlıyacağız. |
17. |
Muhakkak ki biz, Mekke’lileri (kıtlık, açlık, ölüm ve esaret gibi belâlarla) imtihan ettik; nasıl ki o bağ sahiplerini bir belâ ile imtihan etmiştik: Hani o bağ sahipleri, sabah olunca bağın meyvelerini mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi. |
18. |
İstisna da yapmıyorlaradı, (İnşaallah demiyorlardı). |
19. |
Bir de onlar uyurlarken, o bahçe üzerine Rabbinden bir belâ indi de, |
20. |
O bahçe, kapkara kesiliverdi, (kökünden yandı gitti). |
21. |
Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler: |
22. |
“Haydin devşirecekseniz, ürününüzü toplamaya erken çıkın!” |
23. |
Hemen fırladılar; aralarında şöyle fısıldaşıyorlardı: |
24. |
“Bugün bağınıza bir miskin sokulmasın.” |
25. |
Hem zanlarınca, miskinleri mahrum etmeğe güçleri yeterek erkenden gittiler... |
26. |
Vakta ki o bahçeyi (böyle yanmış kapkara) gördüler : “-Biz, herhalde yanlış gelmişiz.” dediler. |
27. |
(Etrafa bakınıp kendi bahçeleri olduğunu anladıkları zaman da): “-Hayır, (bahçenin bereketinden) biz mahrum edilmişiz.” dediler. |
28. |
İnsaflıları şöyle dedi: “- Ben demedim mi size, tesbîh etseydiniz? (İnşaallah deyeydiniz).” |
29. |
Onlar: “- Seni tenzîh ederiz, Rabbimiz! Doğrusu biz zalimlermişiz.” dediler. |
30. |
Sonra da döndüler, birbirlerine kabahat yüklemeye başladılar: |
31. |
Dediler ki: “-Yazıklar olsun bizler azgınlarmışız. |
32. |
Umulur ki Rabbimiz, bize, onun yerine daha hayırlısını verir. Muhakkak biz, Rabbimizden hayır istiyenleriz.” |
33. |
İşte böyledir azab... Ahiret azabı ise, daha büyüktür; eğer bunu bilseler, (sakınırlardı). |
34. |
Muhakkak ki takva sahibleri için, Rableri katında Na’îm= nimetleri tükenmez cennetler var. |
35. |
Artık müslümanları, mücrim kâfirler gibi yapar mıyız, (hiç sevap bakımından onları bir tutar mıyız)? |
36. |
(Ey kâfirler, öldükten sonra müminle kâfir müsavi olur demekle) neyinize güveniyorsunuz? Nasıl (böyle yanlış) hüküm veriyorsunuz? |
37. |
Yoksa size mahsus kitap var da, onda şu dersi mi okuyorsunuz. |
38. |
“- Siz her şeyi arzu ederseniz, muhakkak o sizin olacak.” diye, içinde yazılı mıdır? |
39. |
Yoksa size karşı, üzerimizde kıyamet gününe kadar sürecek yeminler, taahhüdler mi var ki, kendi menfaatiniz için ne hüküm veriyorsanız mutlaka sizin olacak? |
40. |
(Ey Rasûlüm) onlara sor: “-İçlerinden hangisi (bu söyledikleri sözü dava edip doğru çıkarmağa) kefildir?... |
41. |
Yoksa onların (bu sözde) ortakları mı var? Öyle ise, o ortaklarını da getirsinler, eğer (sözlerinde) doğru iseler.” |
42. |
O kıyamet günü ki, iş güçleşip hakikat perdesi açılmağa başlıyacak, secdeye (Hakka boyun eğmeğe) çağrılacaklar; fakat güçleri yetmiyecektir. |
43. |
Gözleri düşkün bir halde, kendilerini bir zillet saracaktır. Halbuki, vaktiyle (dünyada) başları selâmette iken, bu secdeye davet olunuyorlardı; (da onu kabul etmiyorlardı). |
44. |
O halde (Ey Rasûlüm), bu Kur’an’ı yalan sayanları bana bırak, (sen kalbini onlarla meşgul etme. Ben onların hakkından gelirim). Biz, onları, bilemiyecekleri yönden derece derece azaba yaklaştırırız; (Onlara sıhhat ve bol nimet veririz de, onu haklarında iyi zannederler. Halbuki o kâfirlere verdiğimiz bu mühletin sonu fecidir). |
45. |
Ben onlara mühlet veririm; çünkü benim azabım çok şiddetlidir, (onu kimse önliyemez). |
46. |
Yoksa sen, (Mekke halkına risaletini tebliğden dolayı) onlardan bir ücret istiyorsun da, borçlu kalmaktan, yük altında ezilmişlerdir? |
47. |
Yoksa gayb (Allah’ın ilmi) yanlarında da, onlar (ondan) mı yazıyorlar? |
48. |
O halde (Ey Rasûlüm, Allah’ın kâfirlere mühlet vermesine dair olan) Rabbinin hükmüne sabret de, Yûnus peygamber gibi (aceleci) olma. Hani o, (balığın karnında) gamla dolu olduğu halde dua etmişti. |
49. |
Eğer Rabbinden, ona, bir rahmet yetişmiş olmasaydı, kötü bir şekilde (balığın karnından) yeryüzüne atılacaktı. |
50. |
Fakat Rabbi onu seçti de, kendisini salihlerden (peygamberlerden) kıldı. |
51. |
Doğrusu o kâfirler, Kur’an’ı işittikleri vakit, (sana olan düşmanlıklarından dolayı) az kalsın gözleri ile seni devireceklerdi. Hâlâ da (senin için): “-Muhakkak O bir mecnûndur.” diyorlar. |
52. |
Halbuki o Kur’an bütün âlemler için ancak bir öğüddür. |