Zuhruf Suresi
    ABDULBAKİ GÖLPINARLI MEALİ
    Rahmân ve rahîm olan Allah´ın adıyla
    1. Hâ mîm.
    2. Andolsun her şeyi açıklayan kitaba.
    3. Şüphe yok ki biz, akıl edesiniz, anlayasınız diye Kur´ân´ı Arap diliyle meydana getirdik.
    4. Ve şüphe yok ki o, bizim katımızda, kitabın aslındadır, temelindedir, elbette pek yücedir, hüküm ve hikmetle doludur.
    5. Haddi aşmış bir topluluk olduğunuzdan dolayı size Kur´ân´ı bildirmekten vaz mı geçelim?
    6. Önce gelenler içinde de nice peygamberler gönderdik.
    7. Ve hiçbir peygamber gelmedi onlara ki onunla alay etmesinler.
    8. Derken kuvvet bakımından, bunlardan çok daha çetin oldukları halde helâk ettik onları ve öncekilere âit kıssalar, sana anlatıldı evvelce.
    9. Ve andolsun ki onlara, kim yarattı gökleri ve yeryüzünü diye sorsan elbette onları diyeceklerdir, üstün olan ve her şeyi bilen yarattı;
    10. Öyle bir mâbuttur ki yeryüzünü, size karâr edilecek bir yurt olarak yaratmıştır ve istediğinizi elde etmeniz için de orada yollar halketmiştir.
    11. Ve öyle bir mâbuttur ki ihtiyaç miktârınca yağmur yağdırır gökten, derken onunla ölü şehri diriltiriz, işte böylece sizi de diriltip kabirlerinizden çıkarır.
    12. Ve öyle bir mâbuttur ki bütün mahlûkatı erkek ve dişi olarak yaratmıştır ve bindiğiniz gemileri ve hayvanları halketmiştir.
    13. Binip oturun da sonra onların üstünde doğruldunuz mu Rabbinizin nîmetini anın ve yücedir, münezzehtir noksan sıfatlardan o mâbut ki râm etmiştir bunu bize, yoksa biz, zaptedemezdik onu deyin diye.
    14. Ve şüphe yok ki biz, Rabbimize döneceğiz deyin diye.
    15. Ve bâzı kullarının, onun bir parçası olduğuna, ondan vücuda geldiğine hükmettiler, gerçekten de insan, apaçık bir nankördür elbet.
    16. Yoksa o, yarattıklarından kızları, kendisine kız ediniyor da oğulları size mi bırakıyor?
    17. Ve onlardan biri, bir kızın oldu diye müjdelendi mi, Allah´ın kızı var dediği halde yüzü kapkara olur ve kızar, kederlenir.
    18. Onlar, süslenip bezenerek yetişen ve münakaşada, düşmanlıkta, apaçık bir delil bile getiremeyen, istediğini söyliyemeyen bir mahlûku mâbûda mı nispet ediyorlar?
    19. Ve rahmanın kulları olan meleklerin, kız olduğuna hükmediyorlar, onları yarattığımız vakit gördüler mi ki? Tanıklıklarını yazacağız ve soruya çekilecek onlar.
    20. Ve rahman isteseydi derler, kulluk etmezdik onlara; bu hususta hiçbir bilgileri yok; onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar.
    21. Yoksa onlara, bu kitaptan önce bir kitap mı verdik de ona sımsıkı yapışmışlar?
    22. Hayır, şüphe yok ki dediler, biz atalarımızı bir dîne, bir inanca sâhip bulduk ve şüphe yok ki biz de onların izini izlemede, o yola gitmedeyiz.
    23. Ve böylece senden önce de hiçbir şehre bir korkutucu göndermedik ki o şehrin, hâli vakti yerinde olanları, şüphe yok ki biz, atalarımızı bir dîne, bir inanca sâhip bulduk ve şüphe yok ki biz de onların izine uyduk demesinler.
    24. Peygamber, onlara, ben dedi, atalarınızdan bulduğunuz dinden daha doğru bir dinle gelsem de gene atalarınızın yoluna mı gideceksiniz? Şüphe yok ki biz dediler, sizin gönderildiğiniz şeyleri zâten inkâr etmedeyiz.
    25. Derken öç aldık onlardan, bak da gör, yalanlayanların sonları ne oldu?
    26. Ve an o zamanı ki hani İbrâhim, atasına ve kavmine demişti: Şüphe yok ki ben, sizin kulluk ettiklerinizden tamâmıyla uzağım.
    27. Ben, ancak beni yoktan var edene taparım, artık o da doğru yolu gösterir bana.
    28. Ve bu birlik sözünü, gerçeğe dönsünler diye soyu arasında da dâimâ kalacak ve zevâl bulmayacak bir vasiyet olarak bıraktı.
    29. Belki de ben, onları da, atalarını da, onlara bir gerçek ve apaçık bir peygamber gelinceye dek geçindirmedeydim.
    30. Ve onlara gerçek gelince de bu dediler, büyü ve biz şüphe yok ki inkâr etmedeyiz onu.
    31. Ve bu Kur´ân dediler, iki şehirden birinin en büyük, en ileri gelen adamına inseydi ne olurdu?
    32. Onlar mı Rabbinin rahmetini pay edecekler? Biziz geçimlerini, aralarında paylaştıran dünyâ yaşayışında ve bir kısmı, bir kısmına hizmet etsin diye bâzılarını derece bakımından bâzılarından üstün halkettik ve Rabbinin rahmeti, onların toplayıp biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.
    33. Bütün insanların, kâfir olmaları gibi bir mahzur bulunmasaydı rahmânı inkâr edenlerin evlerindeki tavanları ve üstüne basıp çıktıkları merdivenleri bile gümüşten halk ederdik.
    34. Ve evlerinin kapılarını ve üstüne oturup yaslandıkları tahtları gümüşten yapardık.
    35. Ve onları altınlara, mücevherlere boğardık ve bütün bunlar, dünyâ yaşayışına âit metâlardan ibâret ve âhiretse, Rabbinin katında, çekinenlerin.
    36. Ve kim, rahmânı anmaktan yüz çevirirse ona bir Şeytan mûsâllat ederiz, artık o, arkadaş olur ona.
    37. Ve şüphe yok ki Şeytanlar, onları yoldan çıkarır ve şüphe yok ki doğru yolu bulduklarını sanırlar.
    38. Sonunda bizim tapımıza geldi mi keşke der, seninle benim aramda doğuyla batı kadar bir uzaklık olsaydı, gerçekten de ne kötü arkadaşmış.
    39. Ve o zaman zulmetmiştiniz, bugün pişmanlık kesin olarak fayda vermez size, şüphe yok ki azapta da müştereksiniz.
    40. Sen mi sağıra duyuracaksın, yahut köre ve apaçık bir sapıklık içinde bulunana yol göstereceksin?
    41. Seni, katımıza alsak bile hiç şüphe yok ki mutlaka onlardan öç alırız biz.
    42. Yahut da onlara vaadettiğimiz azâbı mutlaka sana gösteririz, gerçekten de onlara gücümüz yeter bizim.
    43. Sen yapış sana vahyedilene, şüphe yok ki doğru yoldasın sen.
    44. Ve şüphe yok ki o, sana da elbet öğüttür, kavmine de ve soruya çekileceksiniz yakında.
    45. Ve sor senden önce peygamberlerimizden gönderdiklerimize: Rahmandan başka kulluk edilen mâbutlar yarattık mı?
    46. Ve andolsun ki Mûsâ´yı, delillerimizle Firavun´a ve kavminin ileri gelenlerine gönderdik de ben dedi, şüphe yok ki âlemlerin Rabbinin peygamberiyim.
    47. Onlara delillerimizle gelince o delillere gülmeye başladılar.
    48. Onlara hiçbir delil göstermedik ki biri, öbüründen büyük olmasın ve tuttukları yoldan dönsünler diye de azaplandırdık onları.
    49. Ve ey büyücü demişlerdi, sana söz verdiğini sandığın Rabbine yalvar bizim için, şüphe yok ki biz de elbette doğru yola geliriz.
    50. Derken onlardan azâbı kaldırdık mı sözlerinden döndüler.
    51. Ve Firavun, kavminin arasında bağırıp dedi ki: Ey kavmim, Mısır saltanatı ve ayağımın altından akıp duran şu ırmaklar, benim değil mi, görmüyor musunuz?
    52. Ben, şu aşağılık ve doğrudüzen söz bile söyliyemeyen adamdan daha hayırlı değil miyim?
    53. Ne olurdu, bâri ona altın bilezikler takılmış olsaydı, yahut da onunla, ona uyan, yardım eden melekler gelseydi.
    54. Derken kavminin aklını çeldi de ona itâat ettiler, şüphe yok ki onlar, yoldan çıkmış bir topluluktu.
    55. Bizi gazaba getirdilermi öç aldık onlardan, derken hepsini de sulara boğduk.
    56. Gerçekten de kâfirlerin önde gidenleri kıldık onları ve sonradan gelenlere ibret ettik.
    57. Meryemoğlu örnek getirilince kavmin hemen bağrışmaya başladı.
    58. Ve bizim mâbutlarımız mı hayırlı, yoksa o mu dediler, onlar, bu örneği ancak çekişmek için getirdiler; zâten de onlar düşmanlık ededuran bir topluluktur.
    59. Oysaki o, kendisine nîmetler verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek gösterdiğimiz bir kuldu ancak.
    60. Ve dileseydik yeryüzüne melekler getirirdik, sizin yerinize onları geçirirdik.
    61. Onun gökten inmesi, kıyâmetin yaklaştığını bildirir, sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyin ve uyun bana; budur doğru yol.
    62. Ve Şeytan, sizi yoldan çıkarmasın; şüphe yok ki o, size apaçık bir düşmandır.
    63. Ve İsâ, apaçık delillerle gelince ben demişti, andolsun ki size peygamber olarak geldim ve ayrılığa düştüğünüz bâzı şeyleri elbette açıklayıp bildireceğim size; artık çekinin Allah´tan ve itâat edin bana.
    64. Şüphe yok ki Allah, Rabbimdir ve Rabbinizdir o, kulluk edin ona. Budur doğru yol.
    65. Aralarından bölükler, ayrılığa düştü; yazıklar olsun zulmedenlere elemli günün azâbından.
    66. Onlar, kıyâmetin kopmasından başka bir şey mi bekliyorlar ki ansızın kopuverir başlarına ve onlar, anlamazlar bile.
    67. Dostların bir kısmı, bir kısmına düşman olur o gün, ancak çekinenler müstesnâ.
    68. Ey kullarım, korku yok size bugün, kederlenmezsiniz de.
    69. O kullarım, inananlardır delillerimize ve onlar, teslîm olanlardır.
    70. Girin cennete siz ve eşleriniz kutlulukla, sevinerek.
    71. Onlara altından yapılmış tabaklar ve testiler sunulacak ve orada nefsin istediği ve gözün hoşlandığı her şey var ve siz, orada ebedî olarak kalırsınız.
    72. Ve şu cennete mîrasçı oldunuz işlediğiniz şeyler yüzünden.
    73. Size orada birçok meyveler de var, onlardan yersiniz.
    74. Şüphe yok ki mücrimler, cehennem azâbında ebedî olarak kalırlar.
    75. Azapları hafifletilmeyecek ve orada ümitsiz bir halde kalacaklar.
    76. Ve biz zulmetmedik onlara ve fakat onlar zulmettiler kendi kendilerine.
    77. Ve ey Mâlik diye bağıracaklar, yalvar Rabbine de öldürsün bizi; Mâlik, şüphe yok ki siz diyecek, ebedî olarak azaptasınız.
    78. Andolsun ki size gerçeği gönderdik ve fakat çoğunuz gerçeği hoş görmüyor, istemiyordunuz.
    79. Onlar, kâfirlikte ısrâr ettiler, biz de onları cezâlandırmada ısrâr edeceğiz.
    80. Yoksa onların gizlediklerini ve gizli gizli konuştuklarını işitmedik mi sanırlar? Hayır ve elçilerimiz, ne dediklerini, ne yaptıklarını yazıp durmada.
    81. De ki: Rahmanın çocuğu olsaydı gerçekten de ben, mâbûduma kulluk edenlerin ilki olurdum.
    82. Yücedir, münezzehtir göklerin ve yeryüzünün Rabbi, arşın Rabbi, onların dediklerinden.
    83. Bırak onları, vaadedilen güne ulaşıncaya dek didinip oynasınlar.
    84. Ve o öyledir ki gökte de mâbuttur o, yerde de mâbut ve odur hüküm ve hikmet sâhibi olan ve her şeyi bilen.
    85. Ve yücedir o ki onundur saltanatı ve tedbîri göklerin ve yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin ve onun katındadır kıyâmetin ne vakit kopacağına âit bilgi ve hep dönüp onun tapısına varacaksınız.
    86. Ve ondan başkalarına tapanlar, şefâate nâil olmazlar, ancak gerçeğe tanık olanlar müstesnâ ve onlar, gerçeği bilirler de.
    87. Ve andolsun ki onları kim yarattı diye sorsan elbette Allah derler; artık ne diye boş şeylere kapılırlar?
    88. Ve der ki Yâ Rabbi: Şüphe yok ki bunlar, inanmayan bir topluluk.
    89. Artık yüzçevir onlardan ve de ki: Esenlik size, yakında bilip anlarlar.